Odak: Bu Kimin Hikayesi?
Yazar: Görkem Bereket
Kafamda şu sıralar bir soru dönüyor. Kendi hikayemizi ne kadar biliyoruz? Bu soru birçok soruya gebe. Başımızdan geçenleri ne zaman anlatmaya başlıyoruz? Olay örgüsünün nerede nasıl bittiğine hangi şekilde karar veriyoruz? Daha da önemlisi, aklımızda yer etmeyen görüntüler, daha sonra alıp başkalarına anlatmadığımız ve hafızamızdan silinen hadiseler hiç yaşanmamış mı kabul ediliyor? Hikaye anlatıcılığı işte bu yüzden çok güzel. Çünkü içinde yaşadığımız hikayede, gözlemci konumundan çıkıp aktif bir anlatıya giriyoruz. O’na (o, başımızdan geçen bir hikaye) bir dil, bir anlatı biçimi, bir bakış açısı kazandırıyoruz. Ne zamanki o’nu defalarca anlatıyoruz, kelimelerimize kulak kesilenlerle paylaşıyoruz, işte o zaman yaşamımız muvakkat bir kafa karışıklığından, payidar bir hikayeye dönüşüyor. Anlattıkça, tekrarladıkça onları karanlığa doğru dağılmaktan kurtarıyoruz ve benliğimizin anlatısı haline getiriyoruz.
Peki hikayeleri bu kadar önemli kılan ne? Şarkılarla, şiirlerle, romanlarla, ağızdan ağıza geçen masallarla anlattıklarımız, hayatımıza dokunan kudretli bir iz. Bu kudret ise evrimsel bir süreçten geliyor. Beyin üzerinde yapılan incelemeler, bir hikaye okuduğumuzda ya da dinlediğimizde, o an dinleyicinin beyin zarındaki farklı alanları aktive ettiğini gösteriyor. Hikayeler, empatiyi aktive eden evrimsel bir aracı diyebilir miyiz?
Günümüze bakacak olursak, düşünsel farklılıklarımızı zenginleştiren ve hayatımızı payidar masallara dönüştüren hikayelerin dijitaldeki iz düşümleri neler? Blokzincir ve merkeziyetsiz data sistemlerinde hikayeler nasıl yaşayabilir? Masallarımızı paydaş sistemlerde paylaşabilir miyiz? Masallar birbirlerine eklemlenebilir mi? Bütün bunlara ek olarak ve en önemlisi yeni anlatım yöntemleri ortaya çıkabilir mi ve bunlar dijitalde nasıl karşılıklar bulabilir.
Kriptografik anlatılar
Şu an blokzincir ve kripto teknolojisinin tarihine doğru geriye gidecek olsak, kriptografinin en saf ve halis kullanımı birazdan değineceğim iz düşümünden çok farklı olmayabilir. Kaynaklar kriptografinin ilk çıkışını milattan önce 1900 yılına Mısır’a dayandırıyor. Kriptografi, bazen gizli bir mesajı iletmek için bazen de sırf eğlence olsun ve içeri girenlerde merak uyandırsın diye ortaya çıkıyor. Birtakım primitif kodlama yöntemleriyle aktarılan bu mesajların anlatıcısı, sadece belirli bir dinleyiciyi hedeflediği için bu yöntem seçiliyor.
Peki, biz kendi hikayelerimizi böyle yaşatmaya çalışsak? Hikayeyi dinleyenin ya da okuyanın onu anlamlandırabildiği ölçüde yaşayan payidar masallarımız, herkese değil de şifreyi teslim ettiklerimize gitse? Ve bu şifre elden ele dolaştırdığımız bir parola değil de zincir üzerinde belirli bir algoritmaya hapsedilmiş olsa? Ya da bazı belirli aşamaları ve fikirleri geçebilen ve web3 cüzdanında bizim belirlediğimiz birtakım NFT’lere sahip insanlar buna ulaşabilse? Zincirdeki hikayeye elindeki anahtara sahip olan bir sevgilimiz olsa? Hikayeyi bir anda değil de parça parça açsak ve zamana bağlı şekilde açığa çıkarsak? Oracle’lar (blokzincir oracle’ları, orn. Chainlink) aracılığıyla blokzincire hava verişi sunsak ve gökyüzü yağmurlu olduğunda melankolik bir anımız belirse?
Paydaş hikayeler
Blokzincir ve merkeziyetsiz yapıların temelinde yatan şeffaflık, anonimlik ve değişmezlik ilkelerine dayalı bir hikayeyi hep birlikte yazsak? Bir önceki hikayeyi alıp bunun üstüne zincir üstünde eklemleme yaparak devam ettirsek? Cüzdan adreslerinden tanıdığımız ama haklarında hiçbir şey bilmediğimiz insanlarla uç uca bir öykü eklesek? Herkes anılarından bir parça katsa ve kolektif bir yaşam öyküsü yaratsak? Sonra belirli bir noktadan sonra gidişatı beğenmeyen biri hikayenin devamını alıp bir yöne, başka biri ise başka bir yöne evirse? Sonra bu hikayenin yayılan kollarına baksak? Neler olduğunu anlamaya çalışsak? Bu öyküler kime ait olurdu? Belki de bir gün bir yapay zeka bunlardan birini kendi öyküsü gibi alıp, bir kişiliğe bürünebilir. Kolektif zekanın ortaya çıkardığı bir kişilik olabilir. Dağıtık defterlere yazılı hikayelerin can verdiği bir bilinç.
Bloklarla birlikte
Biz bir hikayeyi anlatırken dinleyicimiz dijital bir varlık olsaydı ne olurdu? Daha da ilginci, bu hikayeyi alıp başkasına anlatırken kendi üslubunu katsa? Hiçbir hikaye, anlatıcısından ve dinleyicisinden bağımsız yaşamıyor. Gılgamış olduğu gibi gelmedi elbet günümüze, dilden dile aktarılırken her toplum kendi değerleriyle bir anlatı (narrative) geliştirdi ve eski hikayeler farklı versiyonlarıyla bize ulaştı. En basitinden anlattığımız ve başkasına aktarılan öykülerimiz, onu aktaran kişinin benliğinden beslenmiyor mu? Sabahleyin birinci ağızdan dinlediğimiz bir hikaye, farklı bir kişiden dinlediğimizde başka bir kimliğe bürünmüyor mu?
Dijital bir varoluştan bahsederken benlik’i kullanma konusunda cömertçe davranıyorum, farkındayım. Ama yine de bunda diretiyorum; bizim hikayelerimizi alıp kendi yorumuyla yoğuran ve aktaran dijital bir benlik’in bu hikayeleri başka dijital benlik’lere aktarırken hikayenin alıp gideceği yerleri ben çok merak ediyorum. Anılarım bloktan blok’a aktarılan ve farklı zincirlerde farklı tasrifleriyle yer alan hikayeler haline gelse nasıl görünürdü? Her blok kendi gerçekliğini eklese ve birlikte yeni bir anlatı yakalasaydık?
Anın fotoğrafı
Kendi hikayemi birine anlattığımda o an dinleyiciyle bütünleşen bir anlam ortaya çıkıyor. Başka birine tekrar anlattığımda başka bir anlam ortaya çıkıyor. Tekrar tekrar, tekrar ve tekrar anlattıklarım her seferinde farklı bir anlamla katmanlı bir anlatıya dönüşüyor. Hayatımıza bir anlatı katıyoruz. Bu anlatı ise yaşadıklarımızı entropiden koruyan bir bütüne evriliyor. Bunlar bir gaz bulutu gibi bir yerde asılı kalıyorlar. Öyle ya da böyle süregelen anlatı biçimleriyle var oluyorlar. Web3 işe sanki bunları dağıtık defterlere kaydediyor ve kendi değerleriyle yine yeniden her seferinde en baştan yaratıyor. O anın fotoğrafını çekip kaydediyor. Sonra bir soru daha beliriyor, bu kimin hikayesi?